16 Aralık 2009 Çarşamba

bu terazi bu sıkleti çekmiyor

Gidecek başka bir yerimiz yok.

Ruhumuzu kavrayan zan bulutlarıyla yaralar açılıyor üzerimizde. Göz, kulak, kol, bacak, tırnak, omuz. Acıyan bütün bu elbiseler değil; canım. Tecrit edilmiş kalpler yığınına dönüşmüş ortalık. Temasımız, teselliden değil, savrulmuşluğumuzdan. Oysaki duyargalarımızın üzerindeki küflü zarı delebilseydik, hissedecektik tenimizin sıcaklığını. Dokunmaya ne kadar muhtaç olduğumuzu. Katılaşmışlığımızın içine hapsedilmiş yalnızlığımızı. Dağılmış kalpler düşüyor birbirinin üzerine.

— Kalbimin atışı duyuluyor mu?

Gidecek başka bir yerimiz yok.

Gözlerin itiraf edilmemiş pişmanlıkların habercisi. Suskunluk ne acı batıyor yalnız bıraktığın yerlerime. Konuşsan daha da açılacak belki yara. Davranışlarımız, hiçbir şey olmamışa çıkıyor. Bütün algılarımızı kuşatmışken “olan” , “olmamışlar” ekiyoruz aramıza. Bütün kelimeler soyunuyor anlamlarından. Cesetleşmiş harfler uçuşuyor havada. Şimdi sussak, ne değişir ki?

Gidecek başka bir yerimiz yok.

İncitmelerden örülmüş bir hüznün şarkısında mutluluğu yakalamaya çalışıyoruz. Gülüşler ısmarlıyoruz yüzlerimize. Eğreti hareketler takınıyoruz üstümüze. Kurulmuş yapma bebeklerin soğukluğuna bürünüyor an. Bir hüzzamın nağmelerinde konaklarken hüzün, notaları oluyoruz bu şarkının.

Gidecek başka bir yerimiz yok.

Yan yana durmaktan korkuyor muyuz? Sipariş edilmiş kelimelerimiz tükenip, ısmarlama gülüşlerimiz kaybolup, içinde bocalayıp durduğumuz eğreti hareketlerimizi yitirip bütün çıplaklığımızla orta yerde kalıvereceğiz diye yan yana gelmekten korkuyor muyuz? Bu ne büyük bir yalan! Takındığımız her şeyin altından sırıtıyor gerçek.

Gidecek başka bir yerimiz yok.

Resmi kurumların vardiyasını tutuyoruz. Bir memur edasıyla seviniyoruz, şaşırıyoruz, acıkıyoruz, yürüyoruz. Vazifeler ifa ediliyor en mesailisinden. Ağlamalar, içinde çoğulluk taşımayan anlara bırakılıyor. Özne, birinci tekil şahıs. Mesai bitti, kuralım tek kişilik cümlemizi.

Gidecek başka yerimiz yok.

Ellerimizde hep nesneler var. Sert, yumuşak, ıslak, sıcak. Ardı ardına avuçluyoruz nesneleri. Silmeye yetmiyor parmak uçlarında gezinmiş yüreğin sıcaklığını. Kalp atışlarının titreşimini. Nesneler kavradığımız değil, avunduğumuz. Eksilen yanlarımızı sakladığımız. Boşta kalan ellerimiz haykırmasın yalnızlığımızı diye.

Gidecek başka bir yerimiz yok.

Dağıldık, toplayamadık birbirimizi. Sitemlerimizin anlamıydı hasretimiz. Koparak besledik, acıtarak besledik. Suskunluklardan cezalar kestik birbirimize.

Gidecek başka yerimiz yok.

Yemeğin tuzu, çayın sıcaklığı, göğün güneşlisi: Hepsi kadar çoğalıyor yalnızlık.

Oysaki gidecek başka bir yerimiz yok…

Dinlenebileceğimiz gölgelikler: aşinası olunan bir yürek. Ağaçsız asfaltlara düştü ayaklar. Yollarını yitirmiş bir çocuğun ürkekliği, yaşadığımız.

9 Aralık 2009 Çarşamba

GÜÇ

Can bu ilden göçmeden cânânı bulmazsa ne güç
Yârini terk etmeden yârânı bulmazsa ne güç
Sûreti insan içi hayvan olursa kişinin
Taşlar ile döğünüp insanı bulmazsa ne güç
Âdemin gönlü evinde bahr-i umman gizlidir
Dâima susuz gezib ummanı bulmazsa ne güç.
Şol fakir olup gezenlerde hazine dopdolu
Sây'edip ol kenz-i bî-pâyânı bulmazsa ne güç
Fakru fahrî devletine irişen sultân olur
Fahr-i tâme erişip sultânı bulmazsa ne güç
Herkesin derdine dermânı yine derdindedir
Derdinin içindeki dermanı bulmazsa ne güç
Bunda gelmekten murâd çünkim Hakk'ın irfânıdır
Ey Niyâzi kişi ol irfânı bulmazsa ne güç.

Niyazî Mısrî

web page counters