28 Ekim 2010 Perşembe

“Nefes alamıyorum” dedi.
Yaşam kaynağını,oksijenini yitirmiş birinin havasızlıktan boğulması gibi.
Dışarıdaki fırtınaya rağmen sönmedi içindeki yangın. Kilometrelerce koşabilirdi şimdi. Göğsünü rüzgara, soğuğa verip bir yere varma kaygısı gütmeden koşabilirdi. Ve koşunun bittiği yerde tenini yakan soğuğa rağmen içindeki yangınla ölebilirdi.

“Nefes alamıyorum!..”

Oysa ne büyük yanılgı: içinden sökülüp giden şeyin boşluğunu son sürat savurduğu koşar adımlarıyla kapatabileceği düşüncesi. Koşu bir avuntu sadece. Hareketsizliğin daha da çok kanattığı yaralarına.

“Nefes alamıyorum!”
“Geçer. Camı açalım eğer üşümüyorsan. Bak, kavak ağaçları, sana merhaba diyorlar.”
“Onlara bakan gözümün diğerini kaybettim ben. Sen bu yaranın acısını bilir misin?.. Şimdi nereye baksam yarım benim için.”
“Geçer!”
“Geçmez, alışırız sadece.”

web page counters