26 Ekim 2009 Pazartesi

...

Göç eden insanlar, terk edilmiş evler çarpıyor gözlerimize televizyondan. Ülkelerin ve şehirlerin isimlerini savaşlar sayesinde öğreniyoruz. O şehirlerin portakal bahçelerinden, serin akarsularından, dağlarındaki kekik kokusundan, efsanelerinden, aşklarından, evlerinde oturan insanların hikayelerinden bahsetmiyor hiç biri. Şehirlerin isimleri savaşlarla giriyor hafızalarımıza. Ne akşam güneşinin o şehirlere nasıl vurduğundan, ne de baharla birlikte açan çiçeklerinden bahsetmiyor hiç biri. Ne yazık!

23 Ekim 2009 Cuma


Metruk bir ev gibiyim. İçim boşalmış. Merdivenlerini kimsenin kullanmadığı, odalarının ıssızlaştığı metruk bir ev gibi. Vazgeçişlerden örülü bir sessizlik, öylece, içimde…
Tozlar arasında kalmış renkler ve düşler. Onlara dokunmuyorum. Yanılgılarımla hemhâlim bu sıralar. Sanırım bana daha yakınlar. İnsan düştüğü yere tutunarak ayağa kalkabiliyor.
İçimden tecrid ettiklerimin yerine, çocukluğumun günlerine sığınıyorum şimdi. Tüketilmeden yaşanan duygulara. Yaşadıkça çoğalan, bereketlenen anlara, düşlere. Çünkü yürüyebilmek için, incitilmemiş sevinçlere ihtiyacım var.
Kelimelerimi karanlıklara savurmuş, coşkularımı yabancı adreslerde yitirmiş bir müflis gibiyim. Aynı yollardan, aynı hislerle ikinci kez yürünebilir mi?...
Yeni bir adım atarken, yine ellerinden tutuyorum duanın. Bu üşümüşlüğün, bu soğukluğun ortasında yorgan gibi çekiyorum üstüme onu. Heybemde kırık dökük ne varsa, hepsini benden bir parça bilerek, yöneliyorum yüreğimin sahibine. “Seni kaybetmenin, her şeyi kaybetmek olduğunun bilincinden ayırma beni.”
Metruk bir ev gibiyim. İçim boşalmış. Günlük işlere dalıyorum. Bilgisayarımı açıyorum. Dolabımı açıyorum. Penceremi açıyorum. Çeşmeyi açıyorum ve yüzümü yıkıyorum. Ayakkabılarımın iplerini bağlıyorum. Kedilerimi seviyorum. Gözlüklerimi siliyorum. Gökyüzünü seyrediyorum. İnsanlarla konuşuyorum.
Vazgeçişlerden örülü bir sessizlik, öylece, içimde… Sokakları geçiyorum. Sonbaharın ortalarında, güneşli bir günü yaşıyoruz. Renkler sonbaharla daha bir griye dönüyor. Akşam erkenden uğruyor şehirlerimize. Sokakları geçiyorum, dükkanların önlerine çıkarılmış eşyalara aldırış etmeden. Her şeyin grileşmesi içimdeki boşlukla uyum halindeyken, kaldırımın kenarındaki saksıya takılıyor gözlerim. Sonbaharın ortasında, kırmızı çiçekleriyle öylece duruyor karşımda. Bu betonlaşmış, gökyüzüyle bağlantısını koparmış caddenin kenarında, bana bakıyor. Nice umut, nice coşku, nice kelimeler barınıyor gözlerimde. Kalp atışlarımın hızlandığını hissediyorum yeniden. İçimdeki sessizlik susuyor. Damarlarımda yürüyor renkler ve düşler. Kalbim böyle çarpmaya devam ettikçe korkuyorum. Canım yanıyor. İçimdeki sessizliği arıyorum. O metruk eve eşdeğer boşluğumu. Kırmızı çiçekler, boşluğumda sürgün veriyor. Göğsümde bir kuş kanat çırpıyor. Korkuyorum.
d.d.

*Fotoğraf, Cumalıkızık Köyünden.

21 Ekim 2009 Çarşamba

17 Ekim 2009 Cumartesi

...



Kimse kalmadı...
Güneş yine aynı şeyleri anlatarak batıyor. Gece yine sakinliğini sunuyor yorgunluklarımıza ve bütün sırlarını anlatacak kapılar açıyor susayan ruhlara. Bulutlar yine şekilden şekle girerek geçiyor başımızın üzerinden. Sahildeki banklar hep yerinde duruyor. Denizse aynı öyküyü anlatmaya devam ediyor hala, gökyüzüne ulaşamayacağını bile bile. Sokak aralarında yavru kediler yine dolaşmaya devam ediyor. Fesleğenler aynı kokuyorlar. Sıcak yaz günlerinde, akşam rüzgarının serinliği yalayıp geçiyor yüzlerimizi hala. Kuşlar tellere konmaya devam ediyorlar. Yeni doğan bir bebeğin gülüşü hep aynı güzellikte. Kapının önünden geçen elma şekerci hala dolanıyor ortalarda ama çocuklardan başka duyan olmuyor artık sesini. Suyun sesi hep aynı ama kimse kalmadı ortalarda. Başka şeylerde yitirdik bakışlarımızı. Paylaşacak kimse kalmadı.

Şarkılar yalnız mırıldanılıyor artık. Geride kalan ise artacağa benzeyen suskunluklarım.
d.d.

5 Ekim 2009 Pazartesi

web page counters