3 Şubat 2008 Pazar

FETRET

Çalınmış fiillerin geri gelmediği bir sokak bu. Tutunduklarımız “di’li geçmiş zamanlar”. Vakit, durağanlıklarda kaybolmuş gibi gözükse de, en azılı düşmanımız. Çünkü sokağın dışında hala nefes alıp vermede fiiller. İçindeyse; kırışan derilerimizdir ispatı.

Düş: Fiillerimizin ihlas damarı. Tetikleyen, yılgınlıklarımızda. Düştü…

Anlık eylemler! Bizim ikiyüzlü kurtarıcılarımız. Size her dokunuşumuzda, azalır umut. Ellerimize bıraktığınız yalama olmuş bir yaşam. Tekrar ettikçe koyulaşan.

***

L: Kahverengi diyorum. Yakışır.
E: Ama ben maviyi düşünmüştüm.
L: Üzerini birde verniklersek güzel parlar.
E: Fakat mavi!.. Hani uçurtmaların dans ettiği?..
L: Kahverengi dedik ya! Üzerine bi ton koyusundan şeritler de çekeriz.
E: Biraz çocukluğumdur mavi. Çocukluğum gibi özgür. Denize de ne güzel yakışır.
L: Yoksa şeritleri açık tonlarda mı yapsak iyi olur? Evet, evet. Sanırım öyle.
E: Düşlerimde bile en çok mavi vardır benim. Ve her şeyi onun üzerine inşa ederim ben.
L: Kahverengi çok doğru bir seçim oldu. Şeffaf, küçük çiçeklerden de yapıştırırız hem. Sonunda çok güzel bir iş çıkaracağız eminim.
E: Mavinin tonları da çok güzeldir. Gülümser insana. Koyulaştıkça asil bir duruş takınır kendine.
L: Aralara sütlü kahveler de serpiştirelim mi, ne dersin ha?
E: Eğer düşlerime biraz fazla kırmızı karıştıracak olsam, mavi saklar bütün tılsımını. Narincedir o. İncitilmeye gelmez. Uzaklaşıverir hemen.
L: Yok yok sütlü kahve kalsın. Böylesi daha güzel. Bitti işte bak. Umduğumuzdan daha güzel oldu.
E: Lacivertle karıştırmamalı onu. O çok daha başka. Ben mavi diyorum.
L: Bu projeye bir de isim bulmalı şimdi. Ne koysak acaba? “Çiçek!?”. Pek uymadı sanırım.
E: Ah ne çok yer tutar içimde mavi. Diğer renkler onunla mı hayat bulur?
L: Aaa! Evet evet, “hayat” olsun. Ne de güzel uydu. Aferin sana.
E: Ne dedin?
L: Projemizin adı hayat olsun dedim. Tam yerinde. Anlarsın ya?
E: Ama…
L: Hadi fazla uzadı artık.
E: Düşlerimde böyle bi….
L: Düş mü? Bence “düş” çok uygun bir isim değil. Ama sen ille de istersen!
E: Neyse.
L: Gerçekten. “düş” istiyorsan “düş” olsun.
E: Boş ver. Düş bitti zaten…

***

Anlık eylemler, birikiyor üzerimize(Birikme zamanın karşılığı mıdır burada?): Şeytanın parmak izlerini taşıyan kahramanlar. Sizi kutsayan gözlerden nasıl uzak tutsam kendimi?

Yitirilmiş fiillerin ağıtında kalbim. Yanılgı: Yitiği yokluğa mahkum etmek. Yitmek “var olanın” tükenişi değil midir? Ve “var olanı” hissetmez mi kalp?Anlatsam, hangi harf sığınak olur hislerime?

Rüyalarımız..İsa ne zaman geçer bir daha ölümün kardeşinden? Ayak izleri silinmeye durmuş. Son kalan nefes yeter mi hasta umutlara? Neden gelmez beklenen?

Sesler. Zihinlerin konar göçeri. Hangisini tutsam yol olur bana?
Kazanan, hayatımın teferruat bankası. “Bütün fuzuliyatlar alınır.” Bir deprem yıksa bütün bunları.

Ve gece: Serer bohçasını. Boşalır içimin karmaşası. Karanlık ne güzel örtücü. Uykular kaçak. Gökte bir serinlik. Bu gördüğüm rahmet midir? Gülümseyen yanıyla “dolunay”. Ey İsa’nın müjdesi, doğ kalbime…Bana umudu hatırlatan…

-oOo-

Odanın sarı duvarlarına bakmaktan gözleri diğer renkleri ayırt edemez olmuştu. Her yerde parlayan bir sarı. Eşyaların gerçek renklerini görebilmek için gözlerini ovuşturdu, arka arkaya birkaç kez açıp-kapadı.

Ne kadar zamandır bu haldeydi? Epey bir vakit olmalıydı. Hareketsiz bir şekilde oturarak, gözleri duvarda, düşünceler içerisinde. “Yine günü tükettim.” diyerek kalktı kanepenin üzerinden. Biraz bezgin, biraz zorunlu. Gün akşama yaklaşıyordu ve mutfakta yıkanacak bir yığın bulaşık bekliyordu. Bu hatırlayış canını fena halde sıktı. Hiç bir iş üretemeden heba olan vaktin varlığını hissedince, kendine olan kızgınlığı arttı. “Birazdan annemler gelir.” diyerek söylendi kendine. Bir de şimdi hesap vermek vardı. Bu hepsinden kötü ve sıkıcı olandı. Hareketlerine biraz daha hız kazandırıp, “Kimse gelmeden şu bulaşıkları halletsem iyi olur” diyerek mutfağa yöneldi.

Pembe eşofmanlarının üzerine mutfak önlüğünü geçirdi. Mutfakta duran teybe sürekli dinlediği kasetlerinden birini yerleştirdi. Duvarlar genişledi tahayyülünde, gözleri baktığı yerin ötesindeydi. Dinlediği müzik, içinde resimleniyordu. Yoksa içinde mi barındırıyordu onu. Hayalinin en bereketli topraklarında gezdiriyordu. Cömertçe sunuyordu tenhalarını, biriktirdiklerini. Diğer yanıyla, notaların kanatlarında konuklayandı. Gezinendi dünyayı bu kanatlarda. Kim kimi barındırıyordu bu ilişkide. Bunu çözmek değildi derdi. Huzur; yanı başında görmek istediğiydi.

Gecikmiş işini bitirmek için, bulaşıklara dokundu. Parmaklarında yaramazlık yapıp, azar işitmekten çekinen bir çocuğun tedirginliği vardı. Önce cam bardaklardan başlamalıydı yıkamaya. Böyle öğretmişti annesi. Her şeyin bir gidişi, yol alışı vardı. Sıraya konulmuşluk: Ne yaptığını bilen insanın fillerindeki usûl. Yüzünün çizgileri gerildi bu düşüncelerle.

“ Benim hayatımın bir usûlü var mı?!”

Savrulmuşluğunu, hedefsizliğini ve durağanlaşmış yaşamını düşündü. “Kuyunun dibi”ndeydi yine. En karanlık yerinde. Böyle tanımlıyordu kendini. Zihnine üşüşen fikirlerin geçerliliklerini gösteremeden son bulmasıyla, kurguladığı yaşam biçimlerinin hiçbir işlerlik kazanamadan bitişiyle, vaktiyle gerçekleştirmek istediklerinin sadece bir istekten ibaret kalışıyla, coşkularının yetim kalıp kendini sırlara mahkum etmesiyle, zırvalamalarının aslında hep sustuğunun ispatı olmasıyla kuyunun dibindeydi. Dipsiz bir karanlık. Renklerin sürgüne gönderildiği bir dünya. Hayatta kalabilmek için yapılan çaba vardı burada sadece. Ayrıntıların, hislerin, arzuların kelime anlamlarını kaybetmeye başladığı bir dünya. “Kuyunun Dibi”. Yapışkan bir ıslaklık rahatsız ediyordu ha bire.

Şu ana kadar yaşadıklarından çalarak devam ediyordu hayatı. Elinde olanları tüketerek. Kendinde kalmış fiilleri tekrar ederek. Sonuçta yaşam oluyordu bunun adı. O hayatının bir yerde durduğunu düşünse de, ömrüne eklenen günler bunu yalanlıyordu. Bu yüzden mi kimse farkına varmıyordu tükenişinin?

Ellerini kuruladı, kasetçalarına yöneldi ve sesini açtı. Müziği söyleyen adamın daha çok bağırmasını istiyordu sanki. Rahatlamak için miydi bu çabası?

“Al beni yar götür, götür buralardan.
Bıktım artık hep aynı varoluşlardan…”*

Şarkı sustu. Kocaman bir sessizlik düştü mutfağın içine. İçinde konuşup duranlar orta yere saçılıvermiş gibiydi. Korkak, utangaç. Saklamaya çalıştıklarıyla kalakalmıştı. Hızlı hareketlerle dokundu teybinin düğmesine. Şarkı yeniden başladı. Sığınağını bulmuş düşünceler tekrar harekete geçebilirdi şimdi. **

Beklemesi gereken her ne varsa kaybolmuş, yitmiş, nisyanlarda yok olmuş gibiydi. Neyi beklediğinin farkında olmadan geçiyordu yıllar. Alternatifler hayatı terk etmişti bu bekleyişte. Günlük uğraşıların içinde akrep ve yelkovanın akışını fark etmeden akıyordu zaman. Ve bu günlük işlerin sırtında yaşayan bir asalak gibi hissediyordu kendini. Bunlarla beslenmiyor, ancak, yaşama dair bir dekor oluyordu.

Yaptığı işin bittiğini görünce, düşüncelerine devam edemedi.Temizlenmiş olan bulaşıkları seyretti bir müddet. Gayret olmadan hiçbir şey sonuca ulaşmıyordu. Fiiller, neticeye ulaştıran yollar oluyordu. Gitmek istediği ve gitmek zorunda olduğu yolların uzlaşmazlığında devam ediyordu yaşam.

Dalgın ve yanağının kenarına ilişmiş kırgın bir tebessümle oturma odasına geçti. Odanın orta yerinde dikildi. Derin bir iç çekişin ardından, hareketsizliğine bir son vermek için sağa sola bakındı. Sandalyenin altına düşmüş baş örtüsüne ilişti gözleri. Eğildi, düştüğü yerden aldı onu. Ellerinde duran yumuşacık ipeğin sıcaklığını hissediyordu. Renklerin uyumunu, ipeğin akışkanlığını, ellerinde şekillenişini seyretti uzun süre. Yerine koymak zor gelmiş olacak ki buraya iliştirivermişti. İpeğin kayganlığına dayanamayan örtüde de sonunda yere düşmüştü. Odasına yürüdü düşünceli hareketlerle. Dolabının gerekli bölümüne yerleştirdi elinde tuttuğunu. Dalgın yüzünün, ince hatlı dudakları hareketlendi.

-Pişmanlık yamacımdan bile geçmedi. Hala ayaktaysam bu yüzdendir.

Yetim kalmış heveslerini her gün yeniden avutuşunu düşündü. Ağzına şeker tutuşturulan çocuğun mızmızlanmayı kesmesi gibi günlük işlerle oyalıyordu kendini. Ama bu hayatının kendisi oluvermişti ya! Buydu acı olan, canını yakan. Kimsenin bunu görmeyişi.

Yatağına oturdu. Işığın gölgelere mahkum olduğu bu odanın duvarlarına bakındı. Hatırlatan ne çok şey vardı bu duvarlarda. Her resim, asılı olan her yazı, kitaplığında duran her nesne her an hatırlatmadaydı yarım kalmış öyküsünün yolunu.

Masanın üzerinde duran karalanmış kağıtlara göz attı. Gecenin bir vakti düşünceler içinde yazdığı cümleler çekti dikkatini.

“ Hazırlıksız, orta yerde kalmışlığında kalbim. Bildiğim tek şey: yürünmez artık bu yollarda. Şimdi başka bir çıkış bul kendine ey kalbim. Sür atını hedefe. Yeni yollara düşmek vaktidir.”

Birbirine girmiş harflerin okunması zordu. Belki de başkaları okumasın diye bu şekilde yazılmıştı. Kağıdı birkaç kez katlayıp masasının çekmecesine koydu. Mırıldanarak ayağa kalktı:

-Yürümeyi bırakmadım ki , bunu hiç istemedim. Sadece yolumu değiştirdim. Yaralayan, kendi insanımın yürümeyi bıraktığımı düşünmesi .

Odasının kapısını yavaşça kapadı. Bu şizofrenik hayatın görünen yüzüne doğru ilerledi. Güneş ışıklarını daha az göndermeye başlamıştı şehrin üzerine. Bu ışıkların aydınlattığı şehirlerdeki insan hayatlarını düşledi. Bütün alemi, kuşattığı alanda yoğuruyordu sanki zaman. Bir bütünlük içinde. Televizyonun üzerine yerleştirdiği kitabına baktı. Alıp okuyamamıştı bu gün. Dün bıraktığı gibi, yorgun ve kırgın duruyordu. Haftalardır elinde sürüklenmekten yıpranmıştı sayfaları. İradesi yenik mi düşüyordu içinde bulunduğu şartlara?

İlerledi, kitabını aldı avuçlarının arasına. Özrü, sayfaları okşayan parmaklarının ucundaydı. Altı çizilmiş cümlelerden biri çekti dikkatini.

“ İnsan, içine yerleştirilenlerin kaynağını keşfettiğinde, oraya dayanarak aşamayacağı zorluk yoktur. Yeter ki bağlantısını koparmasın, umudu yüreğine koyanla.”

Sayfaların arasında dolandı. Altı çizili satırları hızlı hızlı okudu. Tükenmiş umutlarına korunak arama çabasıyla.

“İnsanı yenen şikayet ettiklerinden çok, karşıt olduğu durum karşısında, kendi yılgınlıklarının altında ezilmesidir.”

Sarı boyalı duvarların ardına bakan gözleri nemlendi. Yalnızlığın saklayan yanının verdiği rahatlıkla, yüzünde şekillendi ızdırabı.

- Hayat bıraktığım yerde durmuş sanki. Geçen dakikaların farkına varmayan ben, nereye varmak istediğimi de unutuyor muyum yoksa?

Kapı zilinin sesiyle doldu ortadaki boşluk. Odadaki eşyalar, renkler kıpırdadılar. Unutulmuş olan varlıkları kendini gösteri verdi. Karşıdaki kanepe, üzerine oturacakları beklemedeydi. Boşalmış askıya bir sürü eşya asılırdı birazdan. Masanın üzeri kalabalıklaşır, içerideki sessizlik bozulur, televizyon son ses açılırdı. Adımlar kapıya yönelmeliydi şimdi. İşte, günü kurtaracak bir sürü eylem vardı ortada. Hangisi yol olurdu isteklere, kimin umurunda, hayat akıyordu sonunda.

-oOo-

Gözlerinde parlayan ışık, teselli ve umudun adıdır bende. Yarına dair dirençtir damarlarımda. Kırgın duruşların, yılgın sözlerin ardına saklanmış “o parıltı” biler her an yenilenişimi. Zamanın kalbi orada atar. Görürüm de, anlarım hala ayakta olduğunu.
O yüzleri biriktiririm yüreğimde. İçinde güneşi saklayan gözlerin konukladığı yüzleri. Sabır ne çok uğrar yamacımıza. Korkum: sağdan yaklaşıp, umutsuzluğu öğütleyenin, sabır kılıfında sunmasıdır ataleti. Yitmediğini söyle, yitmeyeyim.

Hareketsizliğinde saklanır zamanın ihaneti. İhanet kendinindir aslında. Hedefi görmeli ve oraya sürmeli bakışları. Hareketi engelleyen yılgınlığın tam ortasına.

Çalınmış fiillerin ağıtında siyaha büründü her şey. Matem hayatın kendisi olmuş, kazanan bizi cennetten çıkaran. Aynı hile ne çok oynanır bu mücadelede. Sağ gösterip, sol vuran.

Terkedilmişliğin elbisesini sıyıracak ayetler bulma vaktidir şimdi. O kişi ile kalbi arasına girendir, terk etmeyendir. Unutmayandır. Hatırlamalı, hep hatırında olduğumuzu. Umut, ışık ve hareketin kaynağı O(rada).

Bana umut yüklü cümleler söyle şimdi. “Onlar birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye edenlerdir.” Ayağa kalmak için, renkleri gösterecek bir fiile başlamak için.

Felce uğramış taraflarım var benim. Kullanılmamaktan pas tutmuş. Unutulmuşluktan, yılgınlıklardan kilitlenmiş taraflarım. Hadi! Yeniden başlatacak bir ayet sun bana.

Umut ve teselli, gözlerin de parlayan ışıkta saklıdır. Yani senin, yani benim, yani bizim. Hareketlerin beslemek olsun o ışığı. Duyuyorum. Zaman coşkuyla tik-taklıyor orada. Ölüm diriliştir. Bizimkisi fetrette şekillenmiş yalancı bir yokluk. Öldürmeli şimdi bu yokluğu. ..
d.d.

(*) Düş Sokağı Sakinleri
(**) Bu paragraf İbrahim Paşalı’nın bir programından esinlenilmiştir.

Hiç yorum yok:

web page counters